Kaç gündür diyete girmiş kalemim. Yazı
diyetine. Bana kızdığından galiba. Bu ara böyle bana kızan çok. Kaç zaman oldu,
çok bekledim kapısında. Ama o inatla yazmaya yeltenmedi. Dedim “Bak çok
zayıflarsan daha yazamayız.” hiç
umursamadı beni. Hızlıca yüzüme çarptı defterlerin kapağını.
Bugün, bugün farklı bir şey oldu. Öleceğimi
zannetti herhalde. Usulca elime vurdu. Ağlamak istedim ama ağlayamayacak kadar
yorgun, gözyaşımı akıtamayacak kadar hissizdim.
Zor oldu kalemimi elime almam. Zor oldu
kâğıdın başına oturmam. Çok zor oldu kayıp kelimelerimi bulmam. Zaten sınırlı
sayıda olan dünya kelimeleri ile pek aram yok.
Velhasıl kelam geçenlerde yaşadığım kayıp
olayını yazmaya niyetlendim. Tabi bu kayıp kelimelerle ne kadar yazılırsa o
kadar yazmak istiyorum.
Ne kadar zaman oldu hatırlamıyorum. Aciz bir
hafızam var. Çoğu zamanda pek hatırlamaz zaten. Neyse ne zaman olduğunun bir
önemi yok.
İşte bir gün yürüyorum. Kayıp ilanı vermek
için sokağın sonundaki karakola doğru yürüyorum. İnsanlar akıp geçiyor sokaktan.
Onların hayatlarını düşünüyorum.
Bir adam geçiyor yanımdan. Kahvaltısını
yapmamış belli. Hâlâ ayılmamış ve kravatı
düzgünce bağlanmamış. Öfkeyle yürüyor. Ama yakışıklı bir adam; kadınların
ona bakmasından hoşnut oluyor bir yanı, bir yanı tamamen farklı düşünceler içinde. Karısıyla kavga etmiş olmalı. Yüzüğünü
çıkartmış. Bunu da sürekli olarak yüzük parmağıyla oynamasından anlıyorum.
Geçiyor yanımdan işte. Birçoğu gibi.
Sokağın etrafı mağazalarla dolu. Yeni
açılmaya başlıyorlar. Erken demek ki saat. Evden çıkarken saate bakmadım. Şimdi
de bakmaya üşeniyorum.
Mağaza çalışanları mutsuz görünüyor,
patronlar mutlu. Patronlar çok kazanıyor; az çalışıyor, personel az kazanıyor;
çok çalışıyor. Haklılar mı bilmiyorum. Müşteri olarak gördüğüm muameleleri hiç
anlatmayım zaten.
Bir kitabevi takılıyor gözüme. Şimdi
içerideki bir kitabın kapağını açıp sayfalarının arasında kaybolmak istiyorum.
Ama olmaz, kayıp ilanını vermem gerekiyor. İlerliyorum…
Sanki bir heyecan oluyor. İlk defa kayıp
ilanı vereceğim. Sonunda deli hastanesine bile gidebilirim.-Sahi asıl akıllılar
yatıyor ya oralarda neyse. Gerçek deliler toplumun huzurunu bozmakta.-Yani
böyle bir kayıp ilanı verilmemiştir. Bu düşüncem bundandır.
Yok öyle düşündüğünüz gibi “Aklımı kaybettim,
arıyorum.” tarzı bir şey değil. Neyse içeri girmek için adım atıyorum,
kararsızım aslında. Kapıdaki memur gülümsüyor. Fark etti beni artık vazgeçersem
şüphe çekerim. Hafifçe başımı eğip selam veriyorum.
Memurun yanına ilerleyip kayıp ilanı vermek
istediğimi söylüyorum. Beni yönlendiriyor. Adımı-soyadımı soruyorlar. Başka
şeylerde soruyorlar ama hatırlamıyorum. Galiba deli olduğumu düşünüyorlar.
Ne için kayıp ilanı vermek istediğimi
soruyorlar. İşte kilit burası; susarsam hiç konuşmamam gerekir, konuşursam hiç
susmamam.
Derin bir nefes alıyorum. Sanki bana zaman
kazandıracak. Anlatmam lazım artık. Sözcükler dudaklarımı kanatıp akmaya
başlıyor artık.
“Kayıp olan hayallerimdir, memur bey.”
diyorum. Sanki “Bu deliden başka bir laf çıkmazdı” der gibi bakıyor yüzüme. Omuzlarımı
dikleştirip masaya doğru eğiliyorum. “Bakma öyle işini yap” diyorum. Nasıl
diyorum bende bilmiyorum. Ortamın gerginleştiğini anlayan diğer bir memur
“Tamam ilk önce seni sorgulamamız gerekiyor. Senin hayallerin kaybolduysa baş
şüpheli sensin.” diyor. Beni kelepçeleyip sorguya alıyor.
Bir anda oluyor bunlar. Benim aklımdaysa
“Hapse mi girerim yoksa deli hastanesine mi gönderirler?” soruları dolaşıyor.
Memur kaşıma geçip sorguya başlıyor:
—İlk kayıp ne zaman
oldu?
—Hatırlamıyorum.
Masaya yumruğunu vurup,
ayağa kalkıyor. Arkama geçip devam ediyor:
—Sen neredeydin
hayallerin kaybolurken?
—Ben, ben bilmiyorum.
—Uğraştın mı
kaybolmasın diye?
—Ağladım, çok ağladım.
—Boş laf yapıyorsun,
sana uğraştın mı dedim?
—Uğraştım, her
kırılanın yerine yenisini ekledim. Kaybolanın ardından haberler yolladım. Geri
gelen olmadı. Her gece hayallerimle uyudum. Her gün onları gerçekleştirmek
istedim. Yoruldum. Giden, gelmedi ben yalnız kaldım. Hayallerime mektuplar
yazdım. Ama onları göndereceğim bir posta yoktu. Aslında yenildim ben memur bey,
ilk kendime yenildim. Buraya gelme sebebimde; elimden gelen her şeyi yapmış
olmanın huzurunu yaşamaktır. Ama sorun ne biliyor musunuz? İnsanlarla bir
aradayken huzurlu yaşanmıyor. Ve ne var biliyor musunuz? İnsanlar öldürüyor beni.
Yalnızlığımsa yaşatmasa da öldürmüyor.
—Peki buraya gelip bizi
meşgul edince ne oldu?
—Hiçbir şey, kocaman
bir hiçbir şey. Bir şey değişsin diye değil. Yapmam gerektiği için yapıyorum.
Yani maddi bir kaybım yok diye mi ilan veremiyorum. Yani illa elle tutulur bir
şeyler mi olmalı. Kalple tutulanların bir hatırı yok mudur kanunlarımızda? Yani
ben mahkemeye çıksam ne olur? Desem “Hakim bey bul suçluları, bul benim
hayallerimi. Suçlular fazla uzaklaşmış olamaz. Çünkü hala kanıyor hayallerimi
kopardıkları yer. Yakınlarımdakiler suçlu.” olmaz mı? Sahi avukat bulabilir
misiniz bana? Bak deli doktoru istemiyorum. Akıllı doktoru lazım bana. Memur
bey yorgunum; soluğum yorgun; göz kapaklarım yorgun…
Karşıma geçip oturuyor. O da yorgun. Kimlerle
uğraşıyor günler boyu. Arıza insan çok. Maç olur polisim gider, protesto olur
polisim gider. Birde üstüne şiddete maruz kalırlar. Ama benim gibisiyle hiç
karşılaşmamışlar belli.
Birden ayağa kalkıp, dışarıya çıkıyor. Hiç beklediğim gibi olmadı diye düşünüyorum. Böyle miydi bu sorgulama işleri? Aslına bakılırsa tecrübem var mı sorgulama konusunda, tabiki yok. Beş yada sekiz
dakika kadar sonra dönüyor. Bilmiyorum belki daha uzun belki daha kısa sürüyor dönmesi. Dönmesiyle düşüncelerimden sıyrılıyorum.
—Seni birisine benzettim.
Çok iyi tanıdığım birisine. Belki de sen tüm insanlığın kayıp yanısın. Neyse
dava açamayacaksın. Sorgulama sonunda sen suçlu bulundun. Hiçbir avukat seni
savunmayacak. Ellerinde hayal kırıklarının kesikleriyle kelepçelenecek. Bir
daha buraya gelirsen de ilk olarak sıkı bir dayak yersin. Sonra hapishaneye
gidersin. Doğrusu karar senin. İnce ruhlu insanların yaşayabileceği insanlar
kayıptır. Tıpkı senin gibi. Yaralama ruhunu daha fazla kayıp kal.
Ayağa kaldırıyor beni, ellerimdeki kelepçeyi
çıkartıp diğer kelepçeyi takıyor. Beni adeta sürüklüyor. Çünkü yürümeye mecalim
yok. Diğer polis memurları şaşkın. Böylesi de oldu ya böyle bir insanda
tanıdılar ya daha ne olsun…
Bir polis memuru “Sicilin tertemiz,
eğitimlisin. Niye böylesin ki? Çalıştığın yeri değiştir iyi gelir.” diyor.
“Memur bey, benim maddi sicilim tertemiz olabilir ama manevi sicilim kan içinde.
Eğitimliyim ama zihni cahil insanlarla yaşıyorum. Yani çalışıyorum aslında
yaşamaya çalışıyorum. Başarılı değilim işte yaşamın kayıplarıyla doluyum.” diye
karşılık veriyorum. Böyle bir cevap beklemiyor belli ki, şaşırıyor. Deli olduğuma kesin kanaat getirmişte olabilir.
Sonra diğer memur beri dışarı çıkarıyor.
“Hayallerini ancak sen bulabilirsin, bizi meşgul etme. Hayat budur zaten;
kaybettiklerinle kazanırsın. Kaybettiğin hayallerin sana yeni kapılar açacak.”
diyor. Sonda sırtımı sıvazlayıp beni dışarı itiyor. Bir iki saniye gökyüzüne
bakıyorum. Arkamı dönüyorum teşekkür etmek niyetiyle. Ama o polis yok. Sadece
ilk girdiğim zaman ki polis var. Ve yine bana aynı şekilde gülümsüyor,
irkiliyorum. Bu defa geldiğim yöne doğru yürüyorum. Anlar, anlar çok önemli. Bazı saniyeler
koca bir ömür gibi bazı yıllar sadece bir an.
Böyle işte değerli okuyanlar. Yaşadığımı mı
yazdım yoksa yaşanılabilir olanı mı yazdım bilmiyorum. Galiba diyetten çıkan
kalemin canını çıkarmak için uzun ettim. Fazla antrenman yapmış oldu. Özlemişim
onu, o da beni.
Özlem hiç kaybolmuyor. Çünkü hayat onu
kaybettiklerimizle sunuyor bize. Kaybettikçe özlüyoruz. Özlüyorum…
("Niyetler, nasipleri değiştirmiyor bazen..." Başka bir yerde yayınlanması niyetiyle yazmıştım, orada olmayınca blogumda paylaştım...Sevgiler...)
("Başıbozuk" adlı bir karakter altında devam edecek inşallah yazılarım. "Başıbozuk" ne yapacağı belli olmaz. Takip etmeli, dinlemeli. Durup dururken bozulmuyor aklı...😉😉😉😉)
A.Z.Yazar
Gerçekten de kaybettiğimiz hayallerimiz yeni kapılar açar mı bize acaba? Keşke açsa... Eline sağlık
YanıtlaSilAçar, açmalı yoksa haksızlık olmaz mı bize :)))
Silheeey az yazıyon sen amaa çok iyi yazıyon valla. bi sen bi de özlem yavuz (kelime tozu), ikiniz en iyisiniz bence :)
YanıtlaSilDeep çok teşekkür ederim. Çok mutlu ettin beni :))) Yorumların candır :)))
SilYazı dilin çok hoş, kelimeler gözümün önünden akıyorlar resmen, bu arada blogunu uzun zamandır takip ediyormuşum zaten :D Kaybolma bir daha ortalıklardan ♥ Hep yaz sen :))
YanıtlaSilTeşekkür ederim. İnşallah kaybolmam ama yazı bir tutku zaten onu bırakamam. Mutlu etti yorumun, çookkk sevgiler...:)))
SilAslında kayıp olan hayallerimiz değil. Bu yalancı dünyada kendimize kaybediyoruz farkında olmadan zaman ise bunları hiç affetmiyor. En ücra köşede bir kenarda bizleri yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan dolayı sorguya çekiyor. Ne polis kadar anlayışlı nede polis kadar yol gösterici oluyor. O sığ dünyada rehberin yine kendin oluyorsun yarım kalmış hayallerin ve kayıpların içinde başarabilirsen ayakta kalıyorsun başaramazsan ayaklar altında ezilip kayıpların içinde kayıpların ile kayboluyorsun. Umarım kayıplarımızı bulup başaranlardan oluruz. Güzel bir konuya değinmişsiniz tebrik ederim.
YanıtlaSilSaygılarımla.
Çok teşekkür ederim, güzel bir bakış açısıyla çokta doğru değerlendirmişsiniz. İnşallah başarırız, başaranlardan oluruz...
SilKaleminiz iyi dönmüş yine. Özlediği ve özlendiği belli. Kaleminize sağlık:)
YanıtlaSilAhh çok teşekkür ederim :)) Bazen diyorum ki çok uzaklaştım uzağında mı kaldım kelimelerin. Bir daha kalem almayacak mıyım elime. Ama sonra çok şükür geçiyor. Beğenmenize çok sevindim. Sevgilerimle :)))
SilÖzlem gittikçe büyüme devam eden bir yara sanki, dediğiniz gibi asla kaybolmuyor. Diyete giren kalemlerimiz değil, hüzünlerimiz olsun. Kalemine ve akan kelimelerine sağlık sevgili Büşra :)
YanıtlaSilAh inşallah hep hüzünlerimiz olsun diyete giren. Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için :)))
YanıtlaSil